Şiirsel yaratım üzerine notlar
Şiir nedir? Şair kime denir? Şair güzelliği keşfeden midir ? Yoksa buna katılan mıdır? Evet, şair, kendisini o güzel dünyada yaşarken keşfeder. Şair, güzelliğe katılımını keşfeder… Bu bağlamda katılım, güzelliğin dinamiklerinin bir parçası olmak ya da başka bir deyişle, dünyada yaşamak ve şiirsel işleyişinde onu değiştirmek ve yaratmak anlamına gelir. Poiesis (aynı kökü taşıyan şiir kelimesiyle ilişkilidir) “üretici” anlamına geldiği için şair bir yaratıcıdır; güzelliğin yaratıcısıdır. Kelimelerin anlamı oluşturduğu dünyada, şiir bizlere varoluşun haberini verir.
Bütün bu arayış, Hermann Hesse’nin çoktan sezdiği bir ilkeyi gerektirir: şair olmak, kişinin olmasına izin verilen bir şeydir. Şair olunamaz; belirleyici özellikler, yaratılışın kendisiyle ve aracı olan şairle el ele gider. Şiir yazmak, diğer dünyaların nasıl ortaya çıktığını ve iç içe geçip eridiğini görmeye cesaret etmiş olmaktır. Şiir bir doğumdur. Mantıksız ve nedensiz… Şiir, söylenmesi gerektiği için söylenir, çünkü başka seçenek yoktur. Geceleri gök kubbeye bakın: yıldızlar orada çünkü orada olmaktan başka seçenekleri yok…
Şiiri okuduktan sonra dünya ile aramızda neler olur? Bu, bağlamı olmayan bir yoldur. Bunun aksine bazı şiirler, bağlamsal bir zeminde yaşar: belirli bir psikolojik ve toplumsal arkeolojiye aittir. Fakat bu yazma görüşü şiirsel bir görüş değildir. Şiir de tarih boyunca, birçok başka mefhum gibi evrimden nasibini alır elbet…
İlhan Berk, “Şiirin Çizdiği” (Edebiyat ve Şiir Üzerine Yazılar) isimli Denemeleri’nde şöyle yazar: “Öykülü şiire karşıyım. Öykülü dediğim, konusu anlatılan, bir yerde başlayıp bir yerde biten, şiir. Bu bana şiirin dışında bir olay gibi görünüyor. Öyle de: bir öykünüz var onu yazacaksınız, şiiri bu öyküyü yazmak için kullanıyorsunuz. Böyle şiir olmaz demiyorum. Bütün o eski çağların, o dev ustaları, Homeros’lar, Vergilus’lar şiiri böyle anlamışlar, ta Dante’ye, Hugo’ya, Aragon’a değin de bu böyle gidiyor. Kısaca, ben işte bu şiire, bu şiirin geçmişteki onca ustalarına rağmen, şiirin kendi serüveninin dışında bir olay diye bakıyorum…”
Ancak arı bir şiirsel deneyimde -şiirsel duyguda- bağlam kaybolur; hiçbir şey bizi başladığımız yoldan alıkoyamaz. Böyle bir şiirsellikte ne öncesi ne de sonrası vardır. Sessizlikten sessizliğe doğru ilerler. Gerçeğin gizemi sadece şiiri ilgilendirir; gerçeklik böyle yaratılır. Tam da bu nedenle, kişi kendini, dilbilimsel, mantıksal veya herhangi bir kaynak kısıtlamasından ayırmalıdır.
Pablo Neruda, “Las uvas y el viento” adlı şiir kitabında, bu ilkeye ihanet eder: Gerçekliği yaratmaz, onu sanki bir tablo ya da aynaymış gibi yansıtır. Komünizmin faydalarına yaptığı göndermeler şiirsel niyeti bozar; kimliksiz bir varlık üretir. Burada hangi gerçeklikten bahsedilebilir? Şiirsel mi, politik ve toplumsal mı? Fakat şiir, kendisine yabancı, kendi içsel yasalarına yabancı herhangi bir yasallığa bağlanamaz. Şiir, gerçeğin dostu ve hatta kölesi değil, bir belası olmalıdır. Gerçeklik şiirin etrafında kaybolmalıdır.
Her şiir bir döneme aittir. Ancak bu tarihsel kader yalnızca rastlantısaldır, duruma bağlıdır ve şiirsel gerçeklikte neler olup bittiğini belirlemez. Biçemsel yönler, salt biçimsel olan, yalnızca dışsal bir düzenlemedir ve yüzeysel gerçekliğin hareketlerinin sonucudur; şiirin ne olduğuna dair nihai bir tanıma uygulanır. Ve şiirden yeni edebi yönler ortaya çıkarsa eğer, bu kendi gücünün, şairin kabul ettiği kendi yeni insanlığının sonucu olacaktır. Bu sanatın gücü, hakikatin ve gerçeğin üstündeki tozları alır, dışsal değişimler yaratmaya başlar…Nihayetinde, şiirini bitirdikten sonra tatmin olan şairin yüzünde iz bırakan gülümseme veya gözyaşı kalır.
Yazma eylemi -şiirsel olarak yaratma- başlatma mantığını izlemelidir. Doğumdaki o en büyük yakınlığı takip etmelidir: bu aynılıktan filizlenen bir “ben” doğar… Bu, eyleme geçme gücünden sonraki bir sıçrayıştır ve biçim onunla birlikte gelen bir kazadır. Şair şiirde biçimle, formalitelerle uğraşmamalıdır. Belirli bir ölçüye, belirli bir kafiyeye uysun ya da uymasın, serbest nazım olsun olmasın; bir haiku ya da bir sone yazmak… Bunların hiçbiri şiirin gerçek alanını işgal etmemelidir. Şiir kendisine aittir ve biçimsel olana kayıtsızdır. Şiirde yerçekimi yasaları yoktur.
Zaman zaman bazı şiirlere ve kimi şairlere yakın hisseder, uyum içinde titreşiriz. Onlarla belirli bir şiirsel duyarlılık geliştirir, onların kelimeyi yaşama biçimlerinden “bir şey-ler” yakaladığımızı hissederiz. Kağıt üzerinde mürekkeple yaşadığımız hayatımızda, deneyim olmadan -yaşam yaşanmadan- yazmak mümkün değildir… Kalemler aşk hakkında yazarlar ilk; ruha dokunan ilk deneyim… İlk anılarımız, ilk deneyimlerimiz… Deneyimler birikip hayatımızı zenginleştirdikçe, anılar, farklı poetik duyarlılığa kapı aralayacak bir bütünlük boyutu kazanır. Şiirsel duyarlılık ortaya çıktığında, kendi yegane yolumuza doğru ilerleriz: kendi doğumumuza… Şiir ir kere doğduktan sonra, çetin bir mücadele olabilir. Hatta bazen vazgeçmeyi bilmen gereken bir mücadele…Fakat hayal kırıklığından korkmamak gerekir, çünkü hayal kırıklığının kendisi yeni ilhamların doğacağı gizemli bir diyar haline gelebilir. Gökyüzü en sevdiğimiz renge bürünür ve yeni bir eser, tan vakti zahmetsizce gün ışığına çıkar.