Örgülü Bebek
Annesinin ve babasının “ onuncu çocuğu “
O evin en Son Gül’ ü … “Luza”
Sabırsızlıkla beklediği o an gelmişti.
Kırmızı kamyonetin kasasında büyük bir heyacanla nüfus kimliklerini çıkartmak için babası ve dokuz kardeşiyle birlikte şehir merkezine doğru yol aldılar.
Yol boyunca bembeyaz pamuk tarlalarını seyrediyor , bi yandanda uçuşan kara saçlarını tutmaya çalışıyor, kimliği aldıktan sonra artık okula gidebileceğini, umut içinde hayallere dalıyordu.
Babasının O’na kara kızım , çalı kuşum diye sevdiğini söylerken , sesi buruklaşmaya göz kirpiklerinde tuttuğu inci tanesi göz yaşlarını, pamuk kalbiyle sarmalıyordu. Elinde kendi yaptığı siyah gül desenli kırmızı iğneliği çevirerek… Sözlerine devam etti.
Nüfus dairesine gelince heyacandan yerimde duramıyordum , köşede tadını hiç bilmediğim “Bici Bici” diye bağıran seyyar satıcıya öyle bakakalmışım , ağabeyimin elimden tutup çekiştirmesiyle ilerledik.Kapıda polisle karşılaştık babama ; emice bu çocukların isimlerini say hele tek tek … babam sırayla kardeşlerimin adlarını söyledi benim kini söylerken dilim dönmüyor (Luza) dedi.Orda polis memuru benim adımı da ; ailenizin en
“ Son Gül’ü” olsun demişti…..
Ve kimliklerimizi alıp gün batımına doğru eve varmıştık.Gökyüzünün kızıl rengi beni büyülüyor sanki içine alıyordu.
Annem hamuru yoğurmuş , bahçede saç ekmeği için , odun yakmaya çalışıyor, ortalık his, duman olmuş , koşturarak ben okula gidicem diye yerimde zıplıyordum, annem ve babam yoook kardeşlerin okumak istemediler, sen de okumazsın zaten diye beni okula göndermediler. Günlerce ağlamıştım…
Havada Eylül havası hafif , ince ince esiyor , uçuşan sineklik perdesi , boyası sıyrılmış mavi ahşap kapının aralığından okula giden çocukları içim buruk bir şekilde izliyorumdum.Birden hızla içeriği koşarak yeşil kadife koltuğun üzerinden, oymalı vitrin dolaba tırmanarak çocuk aklımla elime ilk gelen kimin kimliği diye hiç bakmadan nüfus kimliğini alıp okula giden öğrencilerin arkasından koşmaya başladım.Aceleden ayağıma giydiğim siyah lastik ayakkabının tekini başka giymişim ,yol boyunca teki durmadan ayağımdan çıkıyor, küçük küçük taşlar ayağımı acıtıyor… çocukları kaçırmayım diye yinede koşuşturuyordum.
Okul bahçesinden içeriği girdim,heyacanla öğretmenin yanına giderek öğretmenim ben okula gelmek istiyorum benide okula kayıt edin diyerek,bakmadan aldığım elimdeki kimliği uzatmıştım.
Şaşkınlıkla kahverengi gözlüğünü indirerek gözleriyle beni tepeden aşağı süzüyor, gel bakalım şöyle diyerek beni müdürün odasına götürüyordu. Bir kağıda bir şeyler yazıp; bunu ailene ver , birde kızılcık şerbeti içirip geri eve gönderdiler.
İlkokulu büyük başarıyla tamamladı sonra zorluklar içerisinde ortaokulu bitirdi. Lisedeyken hayat şartları ve babasının ağır hastalığı sebebiyle okuldan ayrılmak durumundaydı.Kardeşleri evden bir bir ayrılmış, on çocuklu annesi ve babası Son Gül’üyle bir başına kalmışlardı.
Babam artık hastalığı sebebiyle çalışamıyor, ilaçlarını alamıyorduk.
O sene belediye seçimleri vardı. Tek tek seçim adaylarına giderek babam çok hasta ilaç almaya gücümüz yetmiyor, kim yardımcı olursa babamın vekâleti de bendeydi oyumuz ona diyerek kapılarını çalmıştım. Sağolsunlar bir süre babamın tedavisi için yardımcı oldular. Tabiki seçimler bitti, herkes kendi yoluna gitti.
Çaresizlik içinde neler yapabilirdim? Diye düşünüyordum.
Mısır, fasülye , pamuk yetiştirip evin geçimini sağlamaya başlamıştım. Toprağa bir ekiyordum, bin biçiyordum bereket tohumlarıyla rızkımızı Rabbim topraktan veriyordu, hiç bir zaman durumumdan şikayetçi olmadan mücadeleye devam ediyordum.
Hangimiz “yağmurlu havada gök gürültüsünden , şimşekten korkmadık ki !”
İçini çekerek sözlerine devam etti….
Babamın hastalığı ilerliyordu daha da fazla dayanamadı iyi bir tedavi edilmediği için büyük bir yürek acısıyla babamı çaresizlikten kaybettik. Yaşamanın anlamını bilmek için, önce ölümü tanımak gerekiyor muş.
Sonra eşimle tanıştım.
“Gül’le bülbülün aşkı” misali huzur dolu yuvamızda sevgimizle birbirimize sımsıkı sarılıyoruz.
Geçmişimde yaşadığım maddi sıkıntıları parasızlıktan ilaç alamamanın çaresizliğini, baltalanmış düşüncelerimizin , duygularımızın ifade edilemeyişi beni yeni hayatıma güçlü ve daha da güçlü hale getirdi.
Çocukluğumda sadece bir tane oyuncak bebeğim olmuştu.Onuda annem bana kızıp kazanın altında yakmıştı. Bir oda dolusu oyuncak bebeğim olsun istiyorum dedim ve pamuk tarlasından toplanan ipliklerden , koyunların sırtındaki yünlerden , elimde şekillenmesi yeni dünya çocukların mutluluğu olması niyetiyle örgüden oyuncak bebekler yapıp satıyorum.Kazancımın bir kısmını da SMA hastalığındaki çocukların yaşam mücadelesi için , benim oyuncak bebeklerim gökkuşağının altında, rengarenk enerji ışıklarıyla çocukların dünyasını aydınlatsın , hastalara şifa olması dileğiyle kazancımı bağışlıyorum.
Unutmayınız…
Verdiğimiz bizimdir. Elimizi vermeye alıştıralım
çünkü bir gün Can vereceğiz.
Sosyolog ve Aile Danışmanı
Hatice Şengelen
(Gerçek Hayat Hikayesi)
Annesinin ve babasının “ onuncu çocuğu “
O evin en Son Gül’ ü … “Luza”
Sabırsızlıkla beklediği o an gelmişti.
Kırmızı kamyonetin kasasında büyük bir heyacanla nüfus kimliklerini çıkartmak için babası ve dokuz kardeşiyle birlikte şehir merkezine doğru yol aldılar.
Yol boyunca bembeyaz pamuk tarlalarını seyrediyor , bi yandanda uçuşan kara saçlarını tutmaya çalışıyor, kimliği aldıktan sonra artık okula gidebileceğini, umut içinde hayallere dalıyordu.
Babasının O’na kara kızım , çalı kuşum diye sevdiğini söylerken , sesi buruklaşmaya göz kirpiklerinde tuttuğu inci tanesi göz yaşlarını, pamuk kalbiyle sarmalıyordu. Elinde kendi yaptığı siyah gül desenli kırmızı iğneliği çevirerek… Sözlerine devam etti.
Nüfus dairesine gelince heyacandan yerimde duramıyordum , köşede tadını hiç bilmediğim “Bici Bici” diye bağıran seyyar satıcıya öyle bakakalmışım , ağabeyimin elimden tutup çekiştirmesiyle ilerledik.Kapıda polisle karşılaştık babama ; emice bu çocukların isimlerini say hele tek tek … babam sırayla kardeşlerimin adlarını söyledi benim kini söylerken dilim dönmüyor (Luza) dedi.Orda polis memuru benim adımı da ; ailenizin en
“ Son Gül’ü” olsun demişti…..
Ve kimliklerimizi alıp gün batımına doğru eve varmıştık.Gökyüzünün kızıl rengi beni büyülüyor sanki içine alıyordu.
Annem hamuru yoğurmuş , bahçede saç ekmeği için , odun yakmaya çalışıyor, ortalık his, duman olmuş , koşturarak ben okula gidicem diye yerimde zıplıyordum, annem ve babam yoook kardeşlerin okumak istemediler, sen de okumazsın zaten diye beni okula göndermediler. Günlerce ağlamıştım…
Havada Eylül havası hafif , ince ince esiyor , uçuşan sineklik perdesi , boyası sıyrılmış mavi ahşap kapının aralığından okula giden çocukları içim buruk bir şekilde izliyorumdum.Birden hızla içeriği koşarak yeşil kadife koltuğun üzerinden, oymalı vitrin dolaba tırmanarak çocuk aklımla elime ilk gelen kimin kimliği diye hiç bakmadan nüfus kimliğini alıp okula giden öğrencilerin arkasından koşmaya başladım.Aceleden ayağıma giydiğim siyah lastik ayakkabının tekini başka giymişim ,yol boyunca teki durmadan ayağımdan çıkıyor, küçük küçük taşlar ayağımı acıtıyor… çocukları kaçırmayım diye yinede koşuşturuyordum.
Okul bahçesinden içeriği girdim,heyacanla öğretmenin yanına giderek öğretmenim ben okula gelmek istiyorum benide okula kayıt edin diyerek,bakmadan aldığım elimdeki kimliği uzatmıştım.
Şaşkınlıkla kahverengi gözlüğünü indirerek gözleriyle beni tepeden aşağı süzüyor, gel bakalım şöyle diyerek beni müdürün odasına götürüyordu. Bir kağıda bir şeyler yazıp; bunu ailene ver , birde kızılcık şerbeti içirip geri eve gönderdiler.
İlkokulu büyük başarıyla tamamladı sonra zorluklar içerisinde ortaokulu bitirdi. Lisedeyken hayat şartları ve babasının ağır hastalığı sebebiyle okuldan ayrılmak durumundaydı.Kardeşleri evden bir bir ayrılmış, on çocuklu annesi ve babası Son Gül’üyle bir başına kalmışlardı.
Babam artık hastalığı sebebiyle çalışamıyor, ilaçlarını alamıyorduk.
O sene belediye seçimleri vardı. Tek tek seçim adaylarına giderek babam çok hasta ilaç almaya gücümüz yetmiyor, kim yardımcı olursa babamın vekâleti de bendeydi oyumuz ona diyerek kapılarını çalmıştım. Sağolsunlar bir süre babamın tedavisi için yardımcı oldular. Tabiki seçimler bitti, herkes kendi yoluna gitti.
Çaresizlik içinde neler yapabilirdim? Diye düşünüyordum.
Mısır, fasülye , pamuk yetiştirip evin geçimini sağlamaya başlamıştım. Toprağa bir ekiyordum, bin biçiyordum bereket tohumlarıyla rızkımızı Rabbim topraktan veriyordu, hiç bir zaman durumumdan şikayetçi olmadan mücadeleye devam ediyordum.
Hangimiz “yağmurlu havada gök gürültüsünden , şimşekten korkmadık ki !”
İçini çekerek sözlerine devam etti….
Babamın hastalığı ilerliyordu daha da fazla dayanamadı iyi bir tedavi edilmediği için büyük bir yürek acısıyla babamı çaresizlikten kaybettik. Yaşamanın anlamını bilmek için, önce ölümü tanımak gerekiyor muş.
Sonra eşimle tanıştım.
“Gül’le bülbülün aşkı” misali huzur dolu yuvamızda sevgimizle birbirimize sımsıkı sarılıyoruz.
Geçmişimde yaşadığım maddi sıkıntıları parasızlıktan ilaç alamamanın çaresizliğini, baltalanmış düşüncelerimizin , duygularımızın ifade edilemeyişi beni yeni hayatıma güçlü ve daha da güçlü hale getirdi.
Çocukluğumda sadece bir tane oyuncak bebeğim olmuştu.Onuda annem bana kızıp kazanın altında yakmıştı. Bir oda dolusu oyuncak bebeğim olsun istiyorum dedim ve pamuk tarlasından toplanan ipliklerden , koyunların sırtındaki yünlerden , elimde şekillenmesi yeni dünya çocukların mutluluğu olması niyetiyle örgüden oyuncak bebekler yapıp satıyorum.Kazancımın bir kısmını da SMA hastalığındaki çocukların yaşam mücadelesi için , benim oyuncak bebeklerim gökkuşağının altında, rengarenk enerji ışıklarıyla çocukların dünyasını aydınlatsın , hastalara şifa olması dileğiyle kazancımı bağışlıyorum.
Unutmayınız…
Verdiğimiz bizimdir. Elimizi vermeye alıştıralım
çünkü bir gün Can vereceğiz.
Sosyolog ve Aile Danışmanı
Hatice Şengelen
(Gerçek Hayat Hikayesi)