Yine bir Pazar sabahı… çocuklarla kahvaltı masasında oturuyor, her Pazar olduğu gibi aile olmanın huzuru ile Pazar keyfi yapıyoruz. Kah gülüyor, kah nasihat ediyor ve kimi zaman da iki delikanlının anlamakta zorlandığım sohbeti arasında kalıyorum. Telefonuma ard arda gelen bildirim sesi ile nedense keyfim kaçıyor bir an. Sofradan kalkıp mesajı okuyorum. Yıllardır yüz yüze görüşemediğim fakat sosyal medyada yakınen takip ettiğim arkadaşım yazıyor.
“Günaydın Nilgün,nasılsın” diye başlayan bu mesajın devamında pek de iç açıcı bir şeylerin olmayacağını hissediyorum nedense. Ve tahmin ettiğim gibi gelişiyor her şey adeta. “Facebook’ta bir göçmen kadınlar grubuna üyeyim”, diye devam ediyor arkadaşım ve Essen şehrinde bir beyefendiye Türkiye’deki ailesinin ulaşamadığından bahsediyor. Ağır bir hastalık geçiren ve bir kaç gün önce hastanede kemoterapi gören bu vatandaşı ben de merak etmeye başlıyorum. “Bu beyefendi kaç gündür telefonlara da cevap vermiyormuş, senin Essen’de çevren var nasıl yardımcı olabiliriz?” diye soran arkadaşıma, “merak etme ben bizzat gider bakarım” diye yazar yazmaz verilen adrese gidiyorum. Pazar gününün rahatlığını, neyle karşılaşacağım acaba sorusunun korkusu alıyor. Eve ulaşıyorum ve bir ümitle zile basıyorum. Narin narin basmaya başladığım zile zaman geçtikçe endişe dolu ve uzun uzun basmaya devam ediyorum. Bir süre sonra komşuların ziline basıp onlara soruyorum alt kattaki komşunun akibetini. Sorumun cevabı maalesef beni hüsrana uğratmaya yetiyor. Komşular yalnız yaşayan yaşlı adamı uzun zamandır görmediklerini söylüyor. Her şey bir yana ama, insanlar nasıl oluyor da bu kadar duyarsız olabiliyorlar diye düşünüyorum. Ben bizim sokağın marketindeki evsizler gazetesini satan adamı bile merak edip sorarken onlar komşularını merak etmemişler. Üstelik hasta, yalnız ve yaşlı bir komşuyu. Sanırım yaşım ilerledikçe ben eskiye daha çok özlem duyuyorum. Eskiden evde özel bir yemek, çörek yada pasta piştiğinde komşuya da bir pay götürülür, bu sayede hal hatır sorulurdu. Şimdilerde yaşıyormu acaba sorusuna bile bir cevapları yok. Çok yazık! Çaresiz polisi arıyorum. Ön bilgi verdiğim polis yaklaşık yarım saat sonra eve geliyor. Dört polisten en rütbelisine tüm bildiklerimi anlatıyorum. Polis bir taraftan hastanelere haber verip bir taraftan kapıyı açmaya çalışıyor. Kapıyı açamayınca itfaiye’yi arıyor yardım istiyoruz. Beklerken hastaneden beyefendinin hastanede olduğunu ama durumunun pek de iç açıcı olmadığını öğreniyoruz. Polisler de ben de oradan ayrılıyoruz. Bu olaydan sonra bu vatandaşımızın Alman eşini on yıl önce kaybettiğini ve bu evlilikten bir oğlu olduğunu öğreniyorum. Tabii bir taraftan da Türkiye’deki kızkardeşleri ağabeylerini son kez görmek üzere buraya gelmek için çabalıyorlar. Alman konsolosluğu maalesef gidemeyeceklerini, pandemi döneminde Almanya’nın turist almadığını bildirmiş. Bir ümit ile özel ilişkilerimi kullanarak konsolosluğu arıyor ve istirhamımızı iletiyorum. Yetkili biraz araştırdıktan sonra maalesef yardımcı olamayacaklarını, bu hususa dahil oldukları halde Alman konsolosluğunun bu durumdan pek hoşnut olmayacağını, ama dernek olarak bizi daha çok dikkate alacaklarını söylüyor. Ve ben sade bir vatandaş olarak bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Biz yıllardır burada yaşıyoruz lakin bu gün başımız sıkıştığında bizim için bir şeyler yapabilecek bir kurum yok mu?
Biz burada yalnız ve kimsesizmiyiz?
Bir taraf için yabancı diğer taraf için göçmenmiyiz sadece?
Almanlar için; “bizim vatandaşımız değil”, Türkler için; “Almanlar işlerine karıştırmazlar” dan mı ibaretiz?
Sahi biz kimde ne kadarız? Kim biz de ne kadar?
Neticede ne oldu biliyormusunuz? Bu garip vatandaşı bir kaç gün sonra kaybettik. Kız kardeşlerinden sadece bir tanesi büyük bir çaba neticesinde cenazesine gelebildi ancak. Oğlu mu? Cenaze ile ilgilendi elbette. Bir merasim düzenletmiş evine yakın annesininde bulunduğu mezarlıkta. Buraya kadar belki de her şey normal ama beni en çok etkileyen tarafı cenazenin müslüman usullerine göre gömülmemesi. Dayanamayıp sordum bu beyefendi müslüman değilmiydi diye. Bir avuç Türk’ten oluşan cemaat biraz düşündükten sonra herhalde müslümandı dedi. Düşünün lütfen, iş arkadaşlarınız, sevdikleriniz, dost bildikleriniz sizin hangi dine mensup olduğunuzdan bile tam emin değil. O mezara ben girseydim de böylesi talihsiz bir cevap almasaydım. Ölüm bize bazen düşündüğümüzden daha yakın. Bu nedenle sevdiklerimize nasıl gömülmek istediğimizi söylemeliyiz kanımca.
Şaşkınlığım, dudağımdan dökülen dualar ve merhumun kız kardeşinin hıçkırıkları eşliğinde cenazeyi görevliler kapalı bir tabut içerisinde mezara yerleştirdiler…
Arkadaşımın Türkiye’deki akrabalarına ilettiği rica üzerine doğduğu topraklarda’ki mahalle camisinde gıyabında cenaze namazı kılındı . Ne diyeyim? Buna da şükür!
İnsan böyle bir hadiseye şahit olunca ister istemez kendi ölümünü düşünüyor. Hatta daha sonra olacakları da. Kaç gündür şu an bana bir şey olsa çocuklarım ne olur diye deli sorular var düşüncelerimde. Allah sonumuzu hayır eylesin.
Bir detay daha var. Bu “GARİP” cenaze ile ilgili. Merhumun babası eski bir diplomatmış.
Senelerce hizmet ettiği iki ülke, kardeşlerin son buluşması için bir olup vize işlemlerini halledemedi… Çok üzgünüm Teoman ağbi, afet bizi…