Corona aşağı corona yukarı… Sanırım artık hepimize fenalık geldi. Kimilerine göre Yaradan’ın bir ikazı, kimilerine göre bazı güçlerin zengini daha zengin etmesinin çabası… Ve dünyada tüm bunlar olurken; yine batan dev şirketler, işsiz kalan insanlar ve gündemi değiştirme çabası ile yanıp kavrulan politikacılar!
İster kul vesilesi ile olsun ister olmasın zira şu bir gerçek ki o “OL” demeden yaprak bile kıpırdamaz! Peki ne oldu da dünyanın adeta el freni çekildi? Halbuki ne güzel güllük gülistanlık yaşayıp gitmiyor muyduk? Yoksa fazla mı “BEN” merkezli yaşamaya başlamıştık acaba?
Ben de bir çok insan gibi Covid 19 dan ötürü mağdur olan bir çalışanım. Evet evde olmak hem maddi hem manevi olarak can sıksa da aile olmanın güzelliğini keşfettik tekrar. Çocuklarla evdeki küçük tamiratlardan tutun, yemek pişirmek, pasta yapmak, film izlemek, ders yapmak, temizlik yapmak, bilmece çözmek gibi birçok şeyi beraberce yaptık. Olumsuzluklar içerisinde mutlu olmaya çalıştık. Aç kalmadık, açıkta da kalmadık, Alman devleti iyi kötü temel ihtiyaçlarımızı sağlamamızda yardımcı oldu. Bir takım yardım paketleri hayata geçirildi. Bunu hiçbirimiz inkar edemeyiz sanırım. Öğretmenlerimizin değerini bir kez daha anladık! Çocuklarımızın ders yapma motivasyonunu zirvede tutabilmek için yapmadığımız kalmadı. Kah Mahmut Hoca gibi sert ama sevgi dolu bir eğitmen olduk, kah muzurluk peşinde koşan öğrenci. Ortak gayemiz çocuklarımızın derslerinden geri kalmamasıydı. Okullar tatil oldu belki ama ne çocuklarımızın ne de biz velilerin endişesi bitti. Bakalım yaz tatilinden sonra okullar açılabilecek mi?
Biz bir yandan bunlarla uğraşırken bir yandan da bazı ülkelere seyahat kısıtlamaları geldi. Maalesef bunların başında da Türkiye vardı. Yok karantina vardı yok yoktu diye canımız bir hayli bu duruma da sıkıldı. Ama ne olursa olsun biz memleketimizi çok özlemiştik, ailemizi, büyüklerimizi, akrabalarımızı, çocukluğumuzu, gençliğimizi, arkadaşlarımızı, büyüdüğümüz yerleri… Bu sene yine onları ziyaret edip hasret giderecektik. Benim gibi gurbette büyüyenler iyi bilir, eskiden yaz tatilinde Türkler memlekete gider akraba ziyaretleri yapardı. Kimimizin henüz evi olmadığından akrabalarımızda kalırdık. Daha ilk günden alışverişe gidilir tenekelerde zeytin yağları, peynirler, zeytinler ve kilo kilo un ve baklagiller alınırdı. Amaç asla yük olmamaktı; aksine olabildiğince destek olmaktı. Aynı harcamalar karşılığında otelde de kalınabilinirdi elbette ama biz her anımızı bir sene boyunca göremediğimiz ve çok özlediğimiz akrabalarımız ile geçirmekten yanaydık. Biz hep uçakla uçardık Anavatana. Mağlum uçaklarda bagaj kilosu kısıtlaması var, o yıllarda da vardı. Bu yüzden önce Türkiye’deki eş dost akrabaya isteklerini alır geri kalan kilo hakkımızı da kendi eşyalarımıza ayırırdık. Mutluyduk biz eskiden. Bir odada 4-5 kişi yatıyorduk belki ama sabaha kadar süren eskiye dair sohbetlerimiz vardı bizim. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı, bir çay kokusunun burnumuzu sızlatan memleket hasreti vardı.
Şimdi mi?
Bir densiz çıkmış ileri geri yazı yazmış gurbetçilerle ilgili. Ne varmış bu sene de gelmeyelimmiş, ölür müymüşüz. Memlekete gelip mikrop getirecekmişiz. Bu sene de kredi karşılığı aldığımız arabaların havasını atmayalımmış, zira gerek de yokmuş. Çok şükür çobanların bile arabası varmış artık. Bir tanesi de öyle bir aşmış ki haddini ben okurken utandım ama o yazarken belli ki utanmamış, “Vatansızlar” demiş bize “Vatansızlar gelmeyin Avrupa’da kalın” demiş! Şimdi güzel kardeşim aç o kulaklarını da beni dinle! O vatansız dediğin bizler var ya, bir avuç vatan toprağı için her şeyden vazgeçmeye hazırız! 11 ay çalışıp, 1 ay memlekete gitmek için can atan vatandaşlarız biz. Sizlerin akrabası, arkadaşı, dostlarıyız. Başınız sıkışsa “Biz buradayız” diyenleriz. Zekatlarımızı, fitrelerimizi, izin paralarımızı her daim vatan ve vatandaş alsın diye Türkiye’ye getiren ve yollayanlarız. Paranızın yetmediği yerde size destek olan, kimi zaman borç veren hatta verdiği borcu bile geri isteyemeyeniz biz. Güçlükle aldığı yazlıklarda yorgunluk atacağına sizi ağırlayan insanlarız. Biraz biriktirdiği para ile aldığı daireyi Allah rızası için yetim ya da depremzedelere bedelsiz kiraya verenleriz. İzin dönüşü hepinize “Lütfen bize de buyurun hem oraları gezersiniz.” diyenleriz. Tatilimizi istediğimiz ülkede yapabilme imkanımız olduğu halde, “Türkiyemiz kalkınsın.” diye gelip kazandığımız dövizleri orada harcayanlarız.
Hiç gördünüz mü bilmem ama ben çok şahit oldum; anne ya da babasının cenazesine yetişemeyenlere, sevdiği kızın resmine baka baka gözleri dolan genç delikanlıya, ailesinden yeni ayrılmış, gözlerinde korku ve hüzün olan yeni geline, vatan toprağı diye uçaktan inince yere kapılarak öpen nice gurbetçilere. Dönüş uçuşları her zaman daha durgun ve sessizdir, çünkü o uçuşlar dönüştür vatandan gurbete. Vatandan, atadan, yardan, sevdadan ayrı kalmaktır. Özlemdir, hasrettir kim bilir belki bir daha görememektir ve belki de bir daha sağ salim gidememektir…
Hiçbirimizin yarına çıkmak gibi bir garantisi yokken ne bu hal hatır bilmezlik? Merak etme sen güzel kardeşim, biz burada kurallara uymayı, kendimizle beraber diğer insanları da korumayı çok İyi öğrendik. Biz bile bile ya da isteyerek kimseye zarar vermeyiz yeter ki sen ve senin gibiler bizi hasta etmesin!
Ben biliyorum ki, bizi aynı duygularla ve özlemle bekleyen akrabalarımız, dostlarımız çoğunlukta. Ne mutlu bize ki o sevenlerimiz, yollarımızı gözleyenlerimiz hala varlar. İnanın vatan hasreti çekmek, bir gün vatana ve siz sevdiklerimize kavuşmayı hayal etmekle bir nebze de olsa hafifliyor. Dilerim birbirimizin sevgisini ve değerini daha çok bileceğimiz günler yakındır.
Türkiye’ye gidebilen tüm vatandaşlara mutlu, huzur ve sevgi dolu tatil günleri diliyorum.
Kendinize, sevdiklerinize ve sizi sevenlere özen gösterin…
Nilgün Şahin