Herkese merhabalar,
Her zaman üzerine basa basa söylediğim ve zannediyorum ki herkesin aynı fikirde olduğu ancak öneminin de bir o kadar es geçildiği; yarının geleceği çocuklar… Bu zamana kadar vermiş olduğum çocuk psikolojisi seminerlerimde aslında çocuğun sorununu değil çocuğa olan sorunu işlemekti amacım. Ve bunu başardım. Başardığımı her seminer sonunda katılan insanların yaşadığı mağrur hüzünlerinden anladım. Başardığımı bana teşekkür ederlerken mahçup olduklarında anladım. Onların hüzünleri, o tatlı mahçuplukları negatif bir olay değildi kesinlikle benim için, aksine ben her seferinde yaşamış oldukları o hüznü, kendini sorgulayan ebeveyn yüzlerini gördükçe, ‘İşte!’ dedim ‘Şimdi bir çocuğu daha kurtardım.’ Bir aile daha biliyor nasıl iletişim kurması gerektiğini. Çünkü yeri geldi onlarla onların aklındakileri tartıştık, yeri geldi anlamsız sorulara yanıtlar verdik ama hepsinin tek amacı; olmuş ya da oluşabilecek sorunları engellemekti çocuklarına karşı. Aslında başardım dedim ama onların çabasını, onlar her ne kadar fark etmeseler de ben gördüm; onun için bunu onlarla birlikte başardık. Ama bunların dışında her zaman bu konunun temeline inmekte yarar olduğunu düşündüm, ki şimdi onu da bu yazımla sizlere aktaracağım. Aslında bir denklemi paylaşacağım sizinle: Mutsuz evlilik eşittir mutsuz çocuk… Evet yanlış duymadınız, hadi gelin bir de bu denklemin açılıma bakalım kısaca…
Bugünlerde çevremdeki çoğu evliliğe baktığımda kişilerin yanlış seçimleri, yanlış karara varmaları, toplum baskısı ve daha aslında sayılabilecek bir sürü çeşitli nedenlerle insanların çoğu evleniyor ve evlendiriliyor. Öyle ki evlilikten önce bile kendi çocukluklarına dayandırılarak ‘Kız çocuğu arabayla oynamaz, erkek çocuğu resim yapmaz.’ diyerek etiketlenerek oluşacak olan özgün kişilik yapısından tutun da ileride kim olacakları hatta hangi mesleği yapacaklarına kadar bile belirleniyor. Belli bir kalıba oturtulmuş kişi ilerleyen zamanlarda daha sevginin ne demek olduğunu bilmeden, kendisini tanıyamadan, daha doğrusu kendisini tanıma fırsatına olanak sağlanmadan evleniyor. Kendini tanıyamayan kişi aslında tanımadığı bir başkasını hayatına alıyor. Bunun sonucunda da ya kendiyle ya da evliliğiyle çatışma içerisine giriyor ve böylelikle aslında evliliğin amacı ortak bir şeyler paylaşmak iken sözüm ona birdenbire sorunlar ortaya çıkıveriyor; ve sonuç: Herkes şaşkın, herkesin aklında tek bir soru ‘Neden?’ Sonuç ise her taraf için ama özellikle de evlilik çatısı altında bir araya gelen kişiler için koskocaman bir mutsuzluk oluyor. Genellikle ve de özellikle bizim geleneksel Türk toplumu yapısında bu evlilikler, daha doğrusu bu mutsuzluk bir çocukla taçlandırılıyor. Çocuk olunca sanki her sorun sona erecekmiş gibi kocaman bir yanılgı oluşuyor ve çocuk doğuyor. Ancak sorunlar halen ortada… Konuşmayıp susulan, çocukla bitecekmiş gibi gözüken, her zaman alttan alınarak ve böylelikle iyilik yapıldığı zannedilen ama içten içe iki tarafı da zamanla yoran, birbirinden uzaklaştıran, iletişim bozukluğuna sebep olan sorunlar halen orada. İşte bu noktada dünyaya ebeveynlerinden bir şeyler öğrenmek için gelmiş tertemiz bir çocuk tüm bu baskının altında kalıyor. Aslında, sorunlarını çözemeyen kocaman yetişkinlerin onun daha o küçücük yaşlarında omuzlarına koca koca umutlar yüklenerek ona ne de büyük bir ağırlık bırakılıyor. Siz 5 yaşındaki bir çocuğa fiziksel gücü sayesinde bir kütle tuğla taşıtabilirsiniz belki ama her çocuk doğduğu ilk andan itibaren her anne babanın omzuna yüklemiş olduğu beklentilere, bencil sorumluluklara değil aksine sevgisine ve iyi bir iletişimine ihtiyaç duymaktadır.
Ve zaman sonra öğreniliyor çocuğun da aslında çözüm olmadığı. Ne büyük bir üzgünlükle söylüyorum ki, hatta ona bir hata olarak bakıldığı ve adlandırıldığı bile oluyor. En acısı da belki bu noktada başlıyor. Sanki bir savaş içerisinde imişcesine ya bu evlilik ya da bu evlilik (ki bazen ölüm ile de değişebiliyor bu tabir ama asla başkası değil) dercesine evliliğe devam ediliyor. Şimdi durup hepinizin düşünmesini istiyorum bir iki saniye; böylesine zorunlu sürüp giden evliliklerde iki kişinin sağlıklı bir iletişim kurma olanağı yüzde kaçtır? Peki… Böyle evliliklerde yüzde kaç oranında sağlıklı bir psikoloji ile çocuk yetiştirilir? Bu konuda cevabı da düşünme payını da sizlere bırakıyorum.
İşte bundan dolayıdır ki çocuk yetiştirmek bir emektir. Onun bu dünyada biyolojik temel gereksinimlerini karşılamak demek anne-baba olmak demek değildir. Aslında bana göre dünyanın en zor mesleğidir anne ya da baba olabilmek, zaten en çok da burada başlar hata payı; herkes olabilirmiş gibi, en kolay oymuş gibi… Bundan dolayıdır ki insanın olgun bir anne ya da baba olabilmesi için kendi aralarındaki birtakım sorunları konuşabilecek, çözebilecek düzeyde olmaları gerekmektedir ve bu gereklilik de aslında kişinin kim olduğunu ve ne istediğini bilmesi demektir.
Unutmayın bugünün çocukları yarının geleceği, toplumun bireyleridir.
Sağlıcakla kalın…
Kübra Keçeci (Instagram: kubraakececii)