Sobalı bir evde büyüdüm ben. Kış günlerinin oldukça karlı ve soğuk geçtiği o yıllarda 4 kat aşağıdaki bodrumdan günde en az 1-2 kez kömür taşır, sobamızı öyle yakardık. 9-10 yaşlarına geldiğimde ben de bu görevi zaman zaman üstlendim. Kısacası eve en erken gelenin yapacağı ilk iş buydu. Dedim ya o senelerde hava çok soğuktu. Şimdilerde pek kalmadı sobalı evler. Ne zaman kış aylarında dışarıda yürüsem ve odun kokusu duysam, tabiri caiz ise burnumun direği sızlar. Hep o eski günlerimiz gelir aklıma. Benim akranlarım ve benden büyük olanlar hatırlayacaklardır ki o zamanlar öyle pek randevu sistemi ile misafirlikler olmazdı. Zaten herkesin evinde de telefon yoktu. Çat kapı gidilir, Allah ne verdiyse yenilir, sonra çay eşliğinde muhabbettin dibine vurulurdu. Genelde iş, dil sorunları ve gelecek ile ilgili planlar konuşulurdu. Geçim için gerekli paranın yanı sıra herkes memleketinden küçük de olsa bir ev hayali ile yanıp tutuşuyordu. Ne de olsa bir çoğunun hayali köyüne, yurduna bir gün geri dönmekti. Dönen de oldu elbette, çocukları için burada kalan da. Öyle her dönüş de güle oynaya olmadı maalesef, kimileri uçağın üst bölümünde oturarak döndü kimileri ise alt bölümünde bir tabutun içinde yatarak. Bazen yaptığımız planların dışına çıkar hayat ve sorgusuz sualsiz sürükler insanı bir yerlere.
Amacım kimsenin içini karartmak değil; biraz geldiğimiz bugünün farkına vardırmak.
Eski günlere daldığımda ne kadar çok mutlu anımın olduğunu fark ediyorum. Hala çok net hatırladığım aile toplantıları, düğünler, doğum günleri, kına geceleri ve daha nice özel günler var. Az imkanlara sahip ama mutlu ve paylaşmayı seven insanlardık. Ramazan ayında ya biz davetliydik ya da bir aile bizim soframızda konuktu. Şimdilerde cami ve dernek davetleri dışında kaç aile sofrasına davet ediliyorsunuz? Kaç aileye çat kapı gidebilirsiniz? Başınız sıkıştığında tereddütsüz arayabileceğiniz kaç kişi var? Peki ama biz nasıl bu hale geldik acaba? Biz, eskiden “Kendi milletimizden kim olursa olsun desteklemeliyiz.” derken bugün, “Kim ne yapmış, biz hemen daha alasını yapalım, taklit edelim, ona şans vermeyelim” lere nasıl geldik? Bu sene geçen seneden daha fazla iş yapayım diyerek kendimizi, kendimiz ile kıyaslamaktan ne zaman başkaları ile yarış haline geldik? Biz ne zaman bir davete gidip gördüğümüz güzellikler karşısında takdir etmektense bu durumun altında bir şeyler aramaya başladık? Tek kaygımız gurbette kendimize ve ailemize daha iyi bir gelecek hazırlamak değil miydi bizim? Hasan Amcanın cenazesinde yan yana saf tutup ailesine zor günlerinde kol kanat germek değil miydi görevimiz? Yetim kalan Ayşe’ yi gördüğümüz yerde ona bir eksiği olup olmadığını sormak değil miydi bize öğretilen? Bayramlarda olabildiğince çok insanlarla bayramlaşmak değil miydi gayemiz? Peki ne değişti? Geçenlerde bir arkadaşım sosyal medyada bir söz paylaşmıştı: “Herkes herkesle samimi, kimse kimseyi sevmiyor.” Gerçekten böyle mi olduk acaba?
Ben o eski bizleri çok özledim!