Terk Edilen Kadın, Zayıf Adam: Göçmen Kadınların Mücadelesi Üzerine Bir Analiz
Göç, bireyin hayatında köklü değişikliklere sebep olan, sosyal, psikolojik ve ekonomik birçok zorlukla birlikte gelen bir süreçtir. Göçmen kadınlar için ise bu süreç daha da zorlayıcı olabilir. Hele ki beklenmedik bir hastalık, dil bariyerleri ve terk edilme gibi faktörler eklenince, bu durum insan dayanıklılığının ve adalet anlayışının sınandığı bir noktaya dönüşebilir.
Bu makalede, yukarıdaki trajik hikayeyi sosyolojik ve psikolojik perspektiflerden ele alarak, göçmen kadınların maruz kaldığı yapısal eşitsizlikleri ve terk eden erkeklerin tutumlarını bilimsel veriler ışığında analizedeceğiz.
Göçmen Kadınların Çifte Yükü: Anne, Baba ve Hasta Olmak
Göçmen kadınlar, yalnızca yeni bir ülkede uyum sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumun cinsiyetçi iş bölümünden kaynaklanan ek sorumluluklarla da baş etmek zorunda kalırlar. Joan
Tronto ve Berenice Fisher’in bakım etiği teorisine göre, kadınlar genellikle bakım yükünü üstlenmekle kalmaz, aynı zamanda görünmez emek ile bu yükü omuzlarlar. Göçmen kadınlar için bu durum daha da çetrefillidir, çünkü onların ekonomik, sosyal ve dilsel sermayeleri genellikle düşük olduğu için sistem içinde destek bulmakta zorlanırlar (Tronto, 1993).
Bu hikayedeki kadın, sağlık sorunlarıyla boğuşurken aynı zamanda çocuklarına umut aşılamak zorunda. Araştırmalar gösteriyor ki, göçmen anneler çocuklarına güçlü bir gelecek sunmak
adına daha büyük özverilerde bulunur, ancak sistemsel engeller (dil bariyerleri, sosyal yardımlara erişim eksikliği) onların omuzlarına daha fazla yük bindirir (Anthias & Yuval-Davis,1992).
Terk Eden Adam: Zayıflık mı, Sevgisizlik mi?
Erkeklerin kriz anlarında kaçış eğilimi göstermesi psikolojide sıkça ele alınan bir konudur. John Bowlby’nin bağlanma teorisine göre, bazı bireyler stres altına girdiklerinde kaçıngan bağlanma
stilleri sergileyerek sorumluluktan uzaklaşırlar (Bowlby, 1969). Terk eden eşin bu davranışı,onun sorumluluk almaktan kaçındığını ve eşine yönelik bağlılığının yüzeysel olduğunu gösterebilir.
Ancak bu noktada, “erkeklik krizi” kavramına da değinmek gerekir. Connell’in hegemonik erkeklik teorisine göre, erkekler toplumsal olarak güç ve kontrol sahibi olmaya yönlendirilirler. Eğer bu kontrolü kaybettiklerini hissederlerse, yani ekonomik veya psikolojik olarak zayıf düşerlerse, bu durumu tolere edemeyip kaçış yolunu seçebilirler (Connell, 1995). Göçmenlik sürecinde erkekler de kimlik kaybı yaşayabilir ve bazıları, ailenin sorumluluğunu taşıyamayacağını düşündüğünde terk etmeyi bir seçenek olarak görebilir.
Ancak burada kilit soru şudur: Bu adam gerçekten sevmemiş miydi? Sevgi yalnızca güzel günlerde mi geçerlidir, yoksa zor zamanlarda sadakatle mi ölçülür?
Evrimsel psikoloji perspektifinden bakıldığında, erkeklerin bazı durumlarda “hayatta kalma stratejisi” olarak geri çekilmesi doğada gözlemlenen bir olgudur (Buss, 1994). Fakat modern toplumda etik değerler ve sorumluluklar bu içgüdüleri yönetmeyi gerektirir. Sonuç: Kadın Direniyor, Sistem Ona Destek Oluyor mu?
Bu hikaye, sadece bir ailenin bireysel dramı değil, göçmen kadınların karşılaştığı sistemsel sorunların bir yansımasıdır. Bir adamın terk edişi, onun kişisel bir zaafı olabilir; ancak daha büyük bir çerçevede, kadınların sosyal güvenceden yoksun olması, dil engelleriyle mücadele etmesi ve devlet mekanizmalarının onlara yeterince destek olmaması asıl tartışılması gereken meselelerdir. Bu durumda, yalnız kalan kadının mücadelesi bir kahramanlık hikayesi midir, yoksa toplumun ona yüklediği bir zorunluluk mudur?
Ve en önemlisi, bu kadın, sadece güçlü olduğu için mi ayakta kalmalıdır, yoksa toplum ve devlet ona daha fazla destek sunmalı mıdır?
Bu soruların cevabı, yalnızca terk edilen bu kadına değil, tüm göçmen kadınlara verilen destekle şekillenecektir.
Sevgiler
Sevilay Şentürk






